8 Haziran 2012 Cuma

Soruyu Bil. Kitabı Kazan!


Hürriyet, okuyucularına kitap hediye etmeye devam ediyor. Şimdi sıra Polisiye gerilimin dünyaca ünlü ustası Jean-Christophe Grangé’ın yeni bir romanı Sisle Gelen Yolcu'da. 20 şanslı okuyucusu  'Sisle Gelen Yolcu' kitabını kazanacak. Yapmanız gereken çok basit. Buraya tıklayın, çıkan soruyu doru tahmin edin ve şanslı 20 kişiden birisi siz olun!

Soru;

Yazarın aşağıdaki kitaplarından hangisi filmleştirilmiştir?

a)      Kızıl Nehirler

b)      Ölü Ruhlar Ormanı

c)       Siyah Kan

d)      Koloni


Tren raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam… Aynı yerde, bir bakım çukurunda çırılçıplak bir ceset... Ve olay üzerine polis tarafından çağrılan psikiyatr Mathias Freire… Polis, hafızasını yitirmiş adamı sorgulamak isterken, Mathias kendisinde de aynı kişilik hastalığı olduğunu fark eder. Acaba aranan seri katil kendisi midir?


Sadece Fransa’da 300 binden fazla satan ve şimdiden 10 dile çevrilen Sisle Gelen Yolcu, tüm romanlarında ısrarla “kötülük”ün kaynağını arayan Jean-Christophe Grangé’nin kurduğu kabus dolu bir labirent. Grangé, romanını tasarlamak için her romanında olduğu gibi bu romanında da titiz bir araştırma süreci yaşamış. Bir psikiyatri hastanesinde bir süre kalmış ve hastalarla uzun sohbetler etmiş. Marsilya’daki evsizlerin arasına, heyecan verici tasvirlerle anlattığı tekinsiz bir dünyaya dalmış.

Romanın ana karakterini bu araştırmalar sonucunda yaratmış Grangé. Mathias Freire, Bordeaux’da işi dışında özel bir hayatı olmayan, bir ihtisas hastanesinde görev yapan genç bir psikiyatr. Nöbetçi olduğu bir gece, tren raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam getirilir hastaneye. Ertesi gün ise bölgede bir ceset bulunur. Cesedi bulunan kişi genç bir uyuşturucu bağımlısıdır ve vücudunda hiçbir darp izi yoktur. Mathias hastasıyla özel olarak ilgilenir. Yaptığı hipnoz sonucu hastası, geçmişiyle ilgili bazı bilgileri hatırlar. Ancak doktorun araştırmaları, hastasının verdiği bilgilerin tamamen düzmece olduğunu gösterir. Mathias, adamın psişik bir kaçış içinde olduğu, büyük bir travmadan sonra esas benliğinden kurtulmaya çalıştığı ve bu yüzden bilinçsizce yeni bir kimlik yarattığı görüşündedir. Ancak an gelir, kendisinin de, hastası gibi psişik bir kaçış yaşadığını keşfeder ve asıl kimliğini bulmaya karar verir. Mathias’da da hafıza kaybı vardır; kendine geldiği zamanlarda, başka bir kişiliktir. Ve “bavulsuz yolcu” olarak, kendi geçmişini araştırmak üzere yola düşer.

Hikâyelerinde biraz efsane unsuru, biraz western, biraz tarih olmasını sevdiğini belirten Grangé, “hayatını bırakıp kaçma eğilimini”, büyük bir terslik yaşadığımızda, kendimizi ailevi ya da mesleki baskı altında hissettiğimizde hepimizin yaşayabileceği bir itki olarak değerlendiriyor.


Kitaptan:

“Mutfakta ayakta duruyordu, çay dolu süzgeci kaldırdı ve yoğunlaşmış kahverengi sıvıyı hayranlıkla seyretti. Karanlık düşüncelerle kararan beyninin gerçek bir yansımasıydı. Evet, diye düşündü yeniden çay yapraklarına dalarak, burada başkalarının deliliğine saklanmak istemişti. Kendi deliliğini unutabilmek için.

Mathias Freire iki yıl önce, 43 yaşındayken, Villejuif İhtisas Hastanesi’ndeyken meslek hayatının en büyük hatasını yapmıştı: Bir hastayla yatmıştı. Anne-Marie Straub. Bir şizofren. Bir manik-depresif. Enstitüde yaşayıp ölmeye mahkûm kronik bir hasta. Hatasını düşündükçe, buna hâlâ inanamıyordu. Tabuların tabusunu çiğnemişti.”


“Anaïs sonunda gördüğü şeyin ne olduğunu anladı. Tüm bunlar gerçekti. Dizlerinin titrediğini hissetti. Yine de eğildi ve pes etmeyip ilk gözlemlerine tutunmak için tüm dikkatini topladı. İki seçenek vardı: Ya katil kurbanının kafasını kesmiş, yerine doldurulmuş bir hayvan kafası koymuştu ya da bu hayvan kafasını kurbanının başının üzerine geçirmişti.

Her iki durumda da bir sembol söz konusuydu: Minotauros’u öldürmüştü. Ray labirenti içinde kaybolmuş, modern bir Minotauros.”

“Eşikte durdu. Bakışları, taşınırken kullandığı kutulara takıldı. Eşyalarla, fotoğraflarla, geçmişin ayrıntılarıyla dolu kutulara. İlk kutuyu açtı ve bağırmamak için kendini zor tuttu. Boştu. Bir diğerini aldı; sadece ağırlığı bile cevabını alması için yeterliydi. O da boştu.
Bir başkasını açtı.
Boştu.
Sonra bir diğerini.
Boş. Boş. Boş.

Dizlerinin üstüne çöktü. İki aydan beri duvar kenarında dekor görevi gören kahverengi kutulara baktı. Bir mizansen. Yalanını örtbas etmek için. Olmayan bir geçmişi, varmış gibi göstermek için. Başkalarını ve kendini aldatmak için.

Başını ellerinin arasına aldı ve hıçkırıklara boğuldu. Gerçek, bir tokat gibi indi. O da bir kukla adamdı. Bavulsuz bir yolcu. Sisle gelen bir yolcu…”


Bitenekadar.com
Shout

0 yorum:

Yorum Gönder